B O N O .& .T A H V İ L

Kısa vadeli faizler para piyasalarında finansal sistemin likiditesine göre belirlenirken, orta ve uzun vadeli faizler bono/tahvil piyasasında belirlenir.

Hazine, borçlanma programı çerçevesinde hangi tarihlerde ihale yapacağını, vadesini ve miktarını yaklaşık bir ay önceden piyasaya ilan eder. İhaleler genellikle Hazine'nin geçmişte sattığı bono ve tahvillerin geri ödemesi (itfası) olan günlerden bir gün önce yapılır ve ihale ödemesi Hazine'nin geri ödemesine denk getirilir. Böylece para piyasasına çok yüksek miktarda para giriş çıkışı olmaz. Dolayısıyla önemli olan Hazine'nin yaptığı ödemeden ne kadar daha fazla ya da az bono sattığıdır.

Bono yatırımcısı Bir mevduat yatırımcısından farklı olarak isterse zaman içinde ekonomik koşullar değişip bono fiyatları ihale fiyatlarının üzerine çıkarsa (faizler düşerse) karlı biçimde itfa öncesinden bonosunu satma imkanına sahiptir. Satış kolaylığı yatırımın büyüklüğüne ve satılacak bononun ikincil piyasadaki işlem hacmine göre değişir.

Bankaların yatırımcılardan topladıkları kaynakları şirketlere üretim ve yatırım amaçlı ya da bireysel müşterilerine tüketim harcaması amaçlı kredi vermek yerine devlet yatırım araçlarında değerlendirmeleri ekonomideki diğer birimler tarafından ülke refahına yönelik bir hareket olmadığı öne sürülerek sık sık eleştirilir. Ne var ki, bu eleştiriler bankaların kar maksimizasyonu hedefleyen ve topladıkları kaynakları mümkün olduğu kadar en yüksek getirili ama aynı zamanda düşük riskli yatırım araçlarında kullanmayı amaçlayan kuruluşlar oldukları gerçeğini gözardı etmektedir. Ayrıca banka kaynakları bu şekilde devlet harcamalarının finansmanında kullanıldığı için, direkt olarak olmasa da aslında yine devlet üzerinden ekonomiye aktarılmaktadır. Eğer bu mekanizmanın gerçekten durması isteniyorsa öncelikle devletin fazla harcamalarını ve dolayısıyla bütçe açığını kısması gereklidir. Diğer bir deyişle, bu mekanizmayı durdurma görevi bankaların değil devletin görevidir.

Devlet bono ve tahvillere yüksek faiz vermezse bankalar da döviz mevduat ve repo yatırımcısına yüksek faiz veremez. Bu demektir ki, bu sistemden sadece bankalar değil toplumun tüm kesimi faydalanmaktadır. Bu tasarruflar devlet üzerinden yapılan sübvansiyonlar, ucuz kredi olanakları, yüksek istihdam, sosyal güvenlik hizmetleri ve memur maaşları ile yine sanayiciye, çiftçiye ve vatandaşa gitmektedir.

Bankalar halktan mevduat ve repo ile kısa vadeli fon toplayarak devlete uzun vadeli olarak vermekte ve vade riskini yatırımcılar değil, bankalar üstlenmektedir. Bankalar 2 - 3 yıllık bir tahvili belli bir faizden aldıktan sonra faizler yükselirse değiştirme şansı yoktur. Banka ileriyi göremediği için zarar etmiştir. Ama bankaya tasarruflarını yatıranlar kısa vadeli yatırım yapmakta ve faizler yükseldiğinde kısa zamanda vadesi gelen yatırımlarını yeniden yüksek faizden yatırabilmektedirler.

Devlet çok yüksek faizli borçlansa da aslında bu faiz sadece kağıt üstünde kalmakta ve yatırımcıya ödenmemektedir. Hazine ne zaman bu faizi ödeme günü gelse hemen yeni bir borçlanma ihalesi ile faiz ve anapara dahil olmak üzere parayı geri çekiyor. Borcu veren piyasalar da genelde yüksek faiz aldıkça tekrar borç veriyorlar. Zaten hem başka borç verecek merci yok, hem parayı vermeseler geri de alamayacaklar, hem de biraz nazlandıkları durumda hükümet kamu bankalarını veya KİT'leri devreye sokarak yine borçlanıyor.

Devletin büyüyen finansman açıkları, bu açıkları finanse eden finansal piyasaların çaresizliği hep büyüyen iç borç stoğuna yansımakta ve bir anlamda bu sorunların konsolidasyona, enflasyona, devalüasyona veya daha yüksek faizlere dönüşmesi engellenmektedir. İç borç stoğu ekonomideki sorunların gizlendiği, halının altına süpürülen pislik olarak da düşünülebilir. İç borç stoğu artabildiği sürece bu sorunlar ortaya çıkmayacak, enflasyon, devalüasyon ve faiz daha yukarı seviyelere taşınmayacaktır.

İç Borç Stoğundaki Artış Nereye Kadar Sürdürülebilir ?

Borç krizi yaşayan ülke ekonomilerine bakıldığında yatırımcıların yabancı ve borçlanmanın kısa vadeli olduğu ekonomilerde iç borç stoğundaki hızlı artışın çok sürdürülemediği görülüyor.

Türkiye'de halk, döviz ve TL mevduatları ve repoları ile bankaların devletin borcunu finanse etmesini sağladıkları sürece sorun yok. Halkın dövize dönmesi ya da faizi beğenmemesi borç krizi çıkması için yeterli değil. Bankalar para toplamak için faizi yükseltirler ve devletten daha yüksek faizli bono talep ederler. Halk dövize dönse bile bankalar bu dövizleri Merkez Bankasına satıp TL'ye çevirerek devlete borç verebiliyorlar. Bankaların devleti finanse etmesini engelleyerek krize yol açabilecek tek durum kanımızca halkın TL'ye değil, faiz ne olursa olsun bankalara güveninin yok olmasıdır.

Ekonomi teorisinin ortaya koyabildiği en anlamlı "borç stoğundaki artışın sürdürülebilirliğini ölçme" yöntemi, borç stoğuna ödenmekte olan reel faiz oranı ile ekonominin reel büyüme hızı arasındaki dengedir. Bu tez, borç stoğunun GSMH'ye oranı artıkça borç stoğundaki büyümenin sürdürülemez olduğu varsayımına dayanmaktadır. Buna göre reel faiz, büyüme hızından büyük olduğunda matematiksel olarak borç stoğunun GSMH'ye oranı artacaktır. Reel faiz oranı reel büyüme hızının üstündeyse ve devlet faiz dışı bütçe açığı vermeye devam ediyorsa ( ve para da basmıyorsa ) , borç stoğunun GSMH'ye oranı hızla artacak ve bir süre sonra bir borç krizi yaratacaktır. Tersi durumda ise yani reel faiz büyüme hızından düşükse hükümet faiz dışı bütçe dengesinde (aradaki fark kadar) açık verse bile borç stoğunun GSMH'ye oranı artamayacaktır.